Pazartesi, Kasım 22, 2010

Yellow Fun, Yellow Nightmare - Sarı Eğlence, Sarı Kabus

"Bugün bu bir türlü akıl erdiremediğim şehre yerleşeli tam bir ay oldu."

Kafamda bu sözle uyandım o bulutların yer yüzüne hükmettiği Çarşamba sabahı. Dün gece neden bu kadar içmiştim ki? Tabii asıl soru "ben dün gece otele nasıl döndüm ki?" olacaktı. Başım o kadar ağrıyordu ki duşa kadar hızla yürüdüğüm o birkaç saniye içerisinde düşündüğüm bütün şeyler soğuk suyun kafamda parçalanmasıyla beraber buharlaşıp uçtular. Bugün önemli bir gündü. İstanbul'un en önemli iki galerisinin yöneticileriyle bir toplantım vardı. Kendimi iyi ifade edebilmem ve bunun yanında da karakterimi en güzel şekilde yansıtacak bir takım seçmem gerekiyordu. O anda uzun süredir doğru dürüst alış veriş yapmadığım geldi aklıma. Bu gereksiz ayrıntıyı da kafamdan attıktan sonra telefonumun alarmı çalmaya başladı. Demek uyanmam gereken saatten daha erken uyanmıştım. Kendimle bir saniyeliğine gurur duydum ve hemen giyinmek için dolabımı açtım. Artık çıkmak için hazırdım.

Tam on dakikadır otelin önünde bekliyordum ama sarı eğlencem - ya da sarı kabusum mu olmuştu artık?! - hala görünürde yoktu. Bir beş dakika daha sabırla bekledikten sonra dört tekerleğin sokağın köşesini hızla döndüğünü gördüm. Önümde durdu ve vale kapıyı açtı. Girer girmez gözüme çarpan şey dikiz aynasında sanki bana kendimi çok komik hissettirmek istermiş gibi sırıtan bir çift çocuk gözü ve kocaman açılmış bir ağız oldu.

"Günaydın Mösyö Rastignac!" dedi sırıtmaya devam eden ağız, gereksiz bir sevinçle.

Öyle tuhaf bir surat ifadesi vardı ki sanki her an hıçkırmaya başlayacakmış gibiydi. Tuhaf sesler de çıkarıyordu bir taraftan. "Günaydın Özgür." dedim donuk bir sesle ve devam ettim, "Bu maaşını henüz az önce almış işçi mutluluğu da nedir böyle?" İğneleyici konuşmaya bayılıyordum!

Soruyu sormamla Özgür'ün yüz ifadesinin sertleşip çiddileşmesi bir oldu. Ya ben hala gerçekten uyanamamıştım, ya sadece aklım günün ilerleyen saatlerinde yapacağım iki önemli toplantıdaydı ya da bu genç adam benimle kafa buluyordu. Bu üç seçenek arasında gelip giderken ben, aklımda dördüncü bir senaryo şimşek gibi çaktı. Nasıl olduysa bir anda - adeta bir vahiy gelir edasıyla - dün gece yaşananları kopuk kareler halinde hatırlamaya başladım. Bir karede dans ediyor, bir karede içkimi yudumluyor, diğer bir karede ise tuvalette kusuyordum. Başka herhangi bir karenin aklımda belirmemesi için dua ederken, ön koltukta oturan ve taksimi kullanan o genç adamın, yanımda, koluma girmiş, beni taşırkenki bir görüntüsü geldi gözlerimin önüne, sağına, soluna ve arkasına. O an "Kör oldum!" diye bağırıp hızla otelin içine kaçmak geldi içimden.

Hala bu görüntülerin şokundayken ön taraftan, "Sanırım hatırladınız." diye bir ses yükseldi.

"Pardon, anlamadım?"

"Diyorum ki, sanırım dün gece yaşananları hatırladınız." Suratındaki iğrençlikle masumluk arasında koşturan ifade zaten alt üst olmuş midemi daha da bulandırdı. Tanrım, ne yaşanmıştı ki dün gece? Yüzümdeki ekşiliğinden geçilmez korku ifadesi üzerine hemen atılarak,

"Yo, yo! Sakın yanlış bir şey düşünmeyin! Dün gece yaşananlar demek çok aptalca bir tabir oldu elbette. Sadece otelin gece kulübünde size rastladım; müthiş sarhoş bir haldeydiniz. Bütün gece insanlarla dalga geçip onlara küfrettiğinizi saymazsak oldukça eğleniyordunuz. Bir ara tuvalete doğru hızla koştuğunuzu gördüm, sanırım kusacaktınız ve öyle de oldu. Kabinden çıktığınızda bitap düşmüştünüz ben de sizi odanıza kadar taşıdım. Hepsi bu işte!"

Suratımdaki yüz ifadesini dinlerkenki ifadenin aynısına dokunmadan devam ettirdim. Yüzüm bir santim bile sağa ya da sola yatmadı. Sabah sabah ikinci bir soğuk duş almıştım. Bir anlık ürperti geçti vücudumdan ve tek söylediğim sözler bütün yol boyunca şunlar oldu:

"Dün geceyi unutalım. Hala senin müşterinim. Yardımın için teşekkür ederim ancak bir daha öyle bir halde bulursan beni lütfen bırak ne halim varsa göreyim."

Oldukça sinirlenmiştim ancak belli etmemek için vücudumdaki her hücrem yüzümle dövüşüyordu. Çığlık atmak, bağırıp çağırmak ve öfkeyle küfretmek istiyordum. Bu kadar küçük düşmüş olduğumu görmek hayatta asla katlanamayacağım bir şeydi. Unutmak lazım, evet, unutmak ve unutturmak...

Dört tekelek durdu. İndim. Sarı Kabus'un kapısını hiç olmadığım kadar hızlı çarptım ve ardıma bakmadan doğruca atölyeye girdim. Uygunsuz durumların vazgeçilmez efendisi artık yoğun bir iş gününe hazırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder